14 Ocak 2016 Perşembe

Semiha Es

Semiha Es, sadece Türkiye'nin değil dünyanın ilk kadın savaş foto muhabiri.





1912 yılında Vefa'da dünyaya gözlerini açan Semiha Hanımın babası Fransızlara ait bir yolcu vapurunda bilet memurudur. Çat pat bildiği Fransızcayı çocuklarına da öğretmiştir. Semiha Hanım 15 yaşına geldiğinde eve destek olabilmek adına Fransızlara ait bir telefon santralinde çalışmaya başlamıştır. O yıllarda Cumhuriyet Gazetesi bir güzellik yarışması düzenler. Gazeteci Abidin Daver, Semiha Hanımın babasının arkadaşıdır. Semiha Hanım'da bu yarışmaya katılmak ister. Katılmak için gazeteye gider fakat yaşının küçük olmasından dolayı yarışmaya katılamaz. O sırada bir mülakat için genç gazeteci Hikmet Feridun Es de oraya gelmiştir. 




Bu aşk Semiha’nın ailesinden habersiz başlar ve tüm şiddetiyle devam eder. Bir gün annesi Semiha’ya çok zengin, fabrikatör bir kısmet bulur. O dönemde kimsenin arabası yokken adamın arabası vardır. Annesi sevinçle konuyu Semiha’ya açar. Semiha bir şey demez, koşarak evden çıkar. Soluğu Hikmet Feridun Es’in yanında alır. Durumu anlatır. Hemen iki şahit bulup evlenirler. Semiha eve dönüp, ailesine “Ben evlendim” der. Aile bir şey söyleyemez... 

Çocukluğunda çektiği maddi sıkıntı evliliğinde de sürer. Eşi gazetecidir ve onları refah içinde yaşatacak bir aylığı yoktur. Kendisi de çalışmadığı için bu aylıkla kıt kanaat evi geçindirmeye çalışırlar. Oysa Hikmet Feridun Es, 1950’lerde Hürriyet Gazetesi okurlarının ayağına dünyayı getiren neredeyse tek kişidir. O kadar önemlidir ki; haber yapmak üzere uçağa binerken çekilen fotoğrafı, “Hikmet Feridun Es yeni haberler yapmak için uzaklara gidiyor” başlığıyla gazetenin birinci sayfasından duyurulmaktadır.


 İşin bir de diğer tarafı vardır. Her yolculuk sevgili eşine özlem demektir. Sonunda Feridun Bey karar verir; eşine fotoğraf çekmeyi öğretecektir ve onu da yanında götürecektir. O röportaj yapacak, eşi Semiha Hanım ise fotoğraflayacaktır. Ve o karar anından sonra Hikmet Bey’in yanında artık daima sevgili eşi Semiha Es de vardır. Semiha Hanım fotoğraf makinasına da yarım yüzyıl sürecek bir sevdayla bağlanır, elinden bırakmaz... 
Önce birlikte Hollywood’a giderler. Bir rüya gibidir Hollywood. Hikmet Bey zamanın bütün ünlüleriyle röportaj yapar, Semiha Hanım da onları fotoğraflar. Kimler yoktur ki o fotoğraflarda... Mesela o günlerde ünlü bir aktör olan, daha sonra ise Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı yapan Ronald Reagan onun objektifine takılanlardan sadece biridir... 



Ama hayat Hollywood’la sınırlı değildir. Dünyanın öbür ucunda bir savaş yaşanmaktadır: KoreSavaşı. 25 Temmuz 1950’de dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın başkanlığında toplananBakanlar Kurulu’nda Kore Savaşı’na katılmak üzere 4 bin 500 kişilik silahlı birliğin Birleşmiş Milletler emrine verilmesi kararlaştırılır. Hürriyet Gazetesi savaşı görüntülemesi için Semiha Es’i görevlendirir. 


Semiha Es 1950- 53 yılları arasında Kore Savaşı’nı eşi Hikmet Feridun Es’le birlikte cepheden izler. Onun çektiği fotoğraflar gazete okurları tarafından heyecanla beklenir. Cephede eşi Hikmet Bey’le birlikte asker kıyafeti giyer. O hiç diğer kadınlar gibi giyinip süslenemez. Karargahlarda, elçiliklerde verilen davetlere diğer kadınlar süslü püslü katılırken o yine asker pantolonuyla katılır. Savaşın tam ortasında askerlerle dirsek dirseğe görev yaparlar. Yüzlerce ölü görür ve onları fotoğraflar. Ölü dolu kamyonla seyahat etmek zorunda kalır. Silah ve bomba yüklü sandıkların üzerinde yolculuk yapar. Hastaneye yaralıları taşır. Hatta gün gelir, kendisini öldürmek isteyen yaralı bir askeri bile hastaneye taşıdığı olur. Geceleri ise bir çadırda kıvrılır, giysileriyle uyur. 


Semiha Es’e o günleri hatırlattığımızda, “Peki ne hissediyordunuz; korkmadınız mı?” diye sorunca, “Ben korku nedir bilmiyordum. Hiç korkmadım” yanıtını verdi ve ekledi: “Sonra Vietnam Savaşı’na da gittim. Vietnam, Kore’den de korkunç bir savaştı. Tam bir cehennemdi.” Ve ardından gözleri uzaklara dalıp dünyaya şu mesajı verdi: “Savaş çok korkunç. Dünyada savaşlar olmamalı!” 



Birlikte dünyayı dolaşıyorlar, Hikmet Bey gördüklerini yazıyor, Semiha Hanım da fotoğraflıyordu. O zaman televizyon yoktu, dünyayı Türkiye’nin ayağına getirdiler. Kah Pasifik Adaları’nda, kahAfrika ormanlarında yamyamlar arasındaydılar. Macera bitmiyordu. Ta ki; Hikmet Feridun Es hastalanıncaya kadar. Hikmet Bey’in tüm iç organları iflas eder. 3 ay ömür biçerler. Semiha Hanım onu hastaneye göndermez, büyük bir itina ile evde kendisi bakar. Gece ve gündüz başından hiç ayrılmaz. Hikmet Bey beş yıl yaşar. Hayatının 70 yılını birlikte geçirdiği biricik eşi Hikmet Feridun Es’i 1992 yılında kaybeder Semiha Es. Şimdi ondan her söz edişte ağlıyor. “Nasıl bir aşktı?” diye sordum, “Hikmet’i çok sevdim” demekle yetindi. Semiha Es 9 yıldır yalnız yaşıyor. Apartman görevlisi Gazi Bey ve eşi onunla ilgileniyor. Semiha Hanım bir süre önce, kendisine çok iyi baktığı için tek mal varlığı olan evini Gazi Bey’e bırakacağını açıklamıştı. Semiha Es sıradışı bir kadın oldu hep. Hayatı da sıra dışı yaşadı. Dolu dolu yaşadığı 100 yıla dünyayı sığdırdı... 

Aşağıdaki başlığa tıklayarak sempozyum dökümanlarına ulaşabilirsiniz.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder