24 Ekim 2015 Cumartesi

Sonbahara yakışacak 5 yeni şarkı.

Hüsnü Arkan - Kırık Hava

Hüsnü Arkan - Uzak Ufukların Yolcusu



Ceylan Ertem - Kavaklar


Tunay Bozyiğit - Şahrud & Seyduna - Yasnura



Kaan Tangöze - Bekle Dedi Gitti


Sabiha Bengütaş

Türk ressam ve heykeltıraş. Türkiye'nin ilk kadın heykeltıraşı olarak bilinir.

Sanatçının düzenlenmiş internet adresi http://www.sabihabengutas.com

Sanayi-i Nefise Mektebi Heykel Bölümü'nün ilk kız öğrencisidir.
Sanayi-i Nefise Mektebi Heykel Bölümü'nün ilk kız öğrencisidir. 904 yılında İstanbul'da doğan Sabiha Hanım ilköğrenimi Eyüp Sultan Reşadiye Numune Mektebi'nde (bugünkü Eyüp Anadolu Lisesi) tamamladı. Babası Ziya Bey'in Şam'da görevlendirilmesi üzerine ailesiyle birlikte oraya gitti. Eğitiminin dört yılını Şam'da sürdürdü. Bu arada bir yıl da Fransız Katolik Mektebi'ne devam etti. Daha sonra İstanbul'a dönen ailesiyle birlikte Büyükada'ya yerleşti. Sabiha Hanım burada Köprülü Fuat Paşa Okulu'ndan mezun oldu. Liseyi bitirmeden, 1920'de Sanayi-i Nefise Mekteb-i'nin (bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) resim bölümüne girdi, hocası İhsan Bey'di. Sanayi-i Nefise Mektebi'nin Resim bölümünde bir yıl okuduktan sonra bölüm değiştirerek, heykel bölümündeki 3 erkek öğrenci arasına ilk kız öğrenci olarak katıldı.
Sabiha Hanım Sanayi-i Nefise Mekteb-i öğrencileri arasında açılan sınavda birinci olarak Prix de Rome'u kazandı ve yurtdışına gitme hakkını kazandı. Roma Güzel Sanatlar Akademisi'nde Prof. Luppi atölyesinde öğrenim gördü. Daha sonra Taksim Meydanı'ndaki Cumhuriyet Anıtı'nı yapan ünlü İtalyan heykeltıraşı Pietro Canonica'nın asistanı oldu ve onunla birlikte İtalya'ya giderek 18 ay atölyesinde çalıştı. Türkiye'ye döndükten sonra 1933'te tekrar Avrupa'ya gitti. Eşiyle Belçika ve Rusya'da yaşadı.
1925'te Galatasaray sergilerine ilk kez katılan kadınlar arasındaydı. 31 Temmuz 1925 günü açılan sergide biri Ahmet Hâşim'in büstü olmak üzere üç eseri bulunuyordu. Aynı sergide Türkiye'nin ikinci kadın heykeltıraşı Melek Ahmet Hanım'da katıldı. Sabiha Bengütaş, ertesi yıl yapılan sergide, Hakkı Şinasi Paşa, Prof. Dr. Âkil Muhtar ve Ressam Hikmet Bey'lerin büstleriyle katıldı. 1938 yılında Atatürk ve İnönü için açılan heykel yarışmalarında birinci oldu. Bengütaş, bu heykellerin eskizlerini Türkiye'de hazırlayıp Roma'ya giderek orada tamamladı.
Eşi emekli olduktan sonra Ankara'ya yerleşen Sabiha Bengütaş, 1992 yılında vefat etti.
''1920'de Sanayi-i Nefise Mektebi'nin Resim Şubesi'ne girdim. Bir gün kendi kendime, antik bir büstü kopya ettim. Eseri gören Heykel Şubesi Hocam İhsan Bey, bunu benim yaptığıma inanamadı. Gerçeği öğrenince "sen, evin temelini yapmadan çatıya çıkmışsın" diyerek beni yüreklendirdi. Sanayi-i Nefise Mektebi'nin Resim Şubesi'nde bir yıl çalıştıktan sonra bölüm değiştirerek, Heykel Şubesi'ndeki 3 erkek öğrenci arasına ilk kız öğrenci olarak katıldım.
"Gördüğümü yapmaya taraftarım. Hem de en sade şekilde. Gördüğümü yaparken, tabiati kopya etmiyorum, şahsi görüşümü de ilave ediyorum. Tabiati harikulade severim. Daha çok peyzaj üzerinde duruyorum. Çünkü heykelde tabiati ifade etme imkanı yok. Bu itibarla tabiat hevesimi resimden alıyorum.
Mizaç itibarı ile ne klasik ne de modernim. Esasen üslûp mevzubahs olamaz. Aranılan şey, sanat kıymetlerinin mevcut olup olmamasıdır. (...) En modern tanınmış büyük sanatkârlar da uzun zamanlar klâsik çalışmış kimselerdir. "Mektep" teşkil edebilmiş ne kadar sanatkâr varsa, o kadar da nazariye vardır. Fakat hepsinde temel ve esas, duygu ve samimiyet değil midir ? Yukarıda da saydığım sebeplerden dolayı, çok tetkik etmek, fakat taklit etmemek taraftarıyım. Sanat, her şeyden evvel, şahsi olmalıdır. "
(Sabiha Bengütaş)

Eserleri


Heykeller:
  • Taksim Cumhuriyet anıtı (Heykeltraş Pietro Canonica ve heykeltraş Hadi Bara ile birlikte), İstanbul
  • Atatürk heykeli (Çankaya Köşkü'nün bahçesinde), Ankara
  • İnönü heykeli, Mudanya
Büstler:
  • Abdülhak Hamid
  • Ahmet Haşim
  • Namık ismail
  • Bedia Muvahhit
  • Prof. Dr. Akil Muhtar Özden
  • Hakkı Şinasi Paşa
  • Hikmet Bey
  • Ali Fuat Cebesoy
  • Mevhibe İnönü
  • Hasan Ali Yücel
  • Josef Páleniček
  • Aysel Öymen
  • Roy Kohler
  • Ali İhsan Kalmaz

22 Ekim 2015 Perşembe

Selma Emiroğlu Aykan

Bugün sizlerle tanıştırmak istediğim Hanım efendi Türkiye'nin ilk profesyonel kadın karikatüristidir. 


  • Doğum Tarihi: 1927
  • Doğum Yeri: İstanbul
  • Ölüm Tarihi: 04/10/2011
  • Ölüm Yeri: Tutzing, Almanya
  • Mezarı: Waldfriedhof Tutzing, Almanya
Çizim dünyasına ilk kez Amcabey dergisinde karikatür çizerek adım atmıştır.Bu derginin yayıncısı da olan ünlü çizer Cemal Nadir Güler'in yönlendirme ve önerileriyle 1945 yılından itibaren Doğan Kardeş dergisine önce kapak, ardından da Kara Kedi Çetesi başlıklı bir çizgiroman hazırlamaya başlamıştır. Aynı zamanda üç yaşından beri elinden düşürmediği kalemiyle karikatür çizen Emiroğlu, bu konudaki yeteneğinin dışında uzun yıllar istanbul Şehir Korosu'nda dramatik soprano olarak da çalışmış, radyoda konserlere çıkmıştır.
 1947 yılında 'Cin ile Can ve Mercan Balığının Serüvenleri', 1948'de 'Oya'nın Hikayesi', 1949'da çoğunu La Fontaine'in eserlerinden esinlendiği Tavşan Kardeşin Sofrası, Böceklerin Oyunu, Tırtılın Hikayesi ve Zenci ile Maymun başlıklı çizgiromanları hazırlamıştır. Eğitimini; Amerikan Kız Koleji (İzmir1940, İstanbul 1942) İstanbul Belediye Konservatuarı, Şan Bölümü, 1953 okullarında almıştır. 

Türkiye'nin ilk kadın karikatüristi sayılan Selma Emiroğlu-Aykan, özellikle Kara Kedi Çetesi çizgi romanıyla bir kuşağın büyük sempatisini kazanmıştı. Sorularımız çerçevesinde çizerlik geçmişini özetleyen bir yazı yazdı bizim için. 

Türkiye'miz çelişkilerle dolu garip bir tezatlar ülkesidir. Bir yanda kadınını hor gören, alıp satan, döven, aşağılayan kültürsüz, yanlış bir din baskısıyla ezen bir toplumun yanında, kendisine bütün demokratik olanaklarla ilim, sanat, teknik, iş sahalarında ve Millet Meclisinde bütün kapıları açan ileri görüşlü bir ülke. Bence bütün sorun nasıl bir çevrede doğmuş olmasına bağlı kişinin. Bu bakımdan ben çok şanslı kız çocuğu idim. Uyanık, ileri görüşlü, sevgi dolu ailem biz üç çocuğunu elinden gelen olanaklarla hayata hazırladı. Ağabeyim ve kardeşim mimar oldular, benim çizgi ve müziğe gösterdiğim tutku ve becerim, ailemin ve öğrencilik yıllarında da bütün öğretmenlerin ilgi ve desteğini buldu. Bence kız olmam özel bir avantajdı, özgürce gelişmeme yardımcı bile oldu. Günün birinde, 1940'ta, annem bazı çizgilerimi hayranı olduğu, devrin en sevilen karikatüristi Cemal Nadir Güler'e postaladı. Böylece on üç yaşımda iken bir dev sanatkârın karşısında buldum kendimi bir gün.
1943 yılında Cemal Nadir Güler ilk çizgilerimi, yeni çıkarmakta olduğu Amca Bey Mizah Dergisi'nde yayınladığında yolum belirlenmiş oldu. Fakat basın ve izleyicinin şaşkınlığı, şüphesi ile karşılandım. Dergiye gelen okuyucu mektuplarında hep bir soru yöneltiliyordu: Acaba şu Selma Emiroğlu imzası arkasında bir erkek çizer mi gizliydi??
Bazıları gözüme baka baka sordular: Doğru söyle küçük hanım, yoksa bunları evde ağabeyin mi çiziyor, yoksa hocan mı yardım ediyor?? Hayır, hiç kimse çizgilerime el sürmüyordu, özgürce çiziyordum. Ama gençlikte yolunu arayan her yeni çizer gibi ustasına benzemenin şart olmasına inanmış bir çizgi tutumu içersindeydim. Fakat bu çizgiye sadık kalmakla, kendimi aramak çabaları arasında bocalıyordum. Ama bana üstat diye seslenen, ikinci bir kızı gibi davranan, Cemal Nadir Güler çizgilerinin taklitçilerine içerlediği halde, benim kendi etkisi altında olmamdan gurur duyar gibiydi. Derginin sayfalarını hepsi erkek olan genç yeteneklere hep açık tutuyor, yardımcı oluyordu. Benim kadın olmama ayrı bir değer veriyor, özel bir koruyucu tavır takınıyordu. 1945 yılında Yapı ve Kredi Bankasının bir kültür organı olarak Doğan Kardeş Çocuk Dergisi yayınlanmaya başladığında, Cemal Nadir Güler'den dergiyi resimlemesi istendiğinde, "bu kız benden daha uygun size" diyerek dergiye beni önerdi. Dergi yöneticisi Vedat Nedim Tör idi. Kısa süre önce ilk sergim açılmış, kendisi benim için harika bir övgü yazmıştı. Kollarını açarak beni karşıladı. Önceleri aylık sonraları haftalık çıkan derginin ön ve arka kapaklarını resimlemeğe başladım. Konuları kendim seçiyor, gerekli yazılarını da ben hazırlıyordum. Burada yarattığım Kara Kedi Çetesi bütün çocukların sevgilisi oldu. Çizdiklerim basında devamlı övülüyor, çok seviliyordum ve izleyici önce beni, harika çocuk, sonraları, ilk Türk kadın karikatüristi olarak tanımladı. Doğan Kardeş'e, sonraları diğer gazete ve dergilere günlük olaylar, aile çocuk konuları, gericilik, sosyal politika üzerine çizerken yumuşak bir yoruma bağlı kalarak kendime has bir desen geliştirmekte idim.
1946 yılı sonlarında dramatik bir olay beni çok sarstı. Bir gün Cemal Nadir Güler usta beni evine çağırttı, hasta idi. Cumhuriyet gazetesine çizdiği Amca Bey dizisini bana mürekkepletti, bu her gün okuyucuya seslenen sevimli kahramanı idi. Birden bana üstat! dedi, sağlığım çok bozuk, bana bir hal olsa Amca Bey'de benimle bereber yok olacak. Senin çizgilerin bana çok yakın, Amca Bey üzerinde çalış, ilerde onu sen yaşatabilirsin. Ne dersin?? Şok geçirdim, bana gösterdiği güvenin onuru, ama büyük sorunluluğu altında ezilmiş, yol boyunca ağlayarak eve gittim. Anlatılmaz hislerle baskısı altında Amca Bey'i durmadan çiziyordum. Fakat olmuyordu. Bu çizgiler ne Cemal Nadir Güler ne de bendim. Bir gün kendisine "Efendim, affedin, Amca Bey'i siz yarattınız, onu ancak siz yaşatabilirsiniz" diye ağlamaya başladım. Beni anlayışla kucakladı ve çok yaşayacağına söz verdi. Ne yazık ki üstadımız bir yıl sonra Amca Bey'le birlikte bu dünyadan ayrıldı.
Bir yandan Üsküdar kız kolejinde öğrenimimi sürdürürken, öte yandan müziğe yönelip sesimi geliştirmeye çalışırken, derginin hemen hemen bütün resim işlerini bana yükleyen yöneticiler bana bir öneride bulundu: Okulu bırakıp kendimi bütünü ile dergiye verecektim. Karşılığında iki yıl içinde de Yapı Kredi Bankasının bir bursu ile Amerikaya Walt Disney Stüdyolarına gelişim için gönderilecek ve bir yandan da orada koleje devam edecektim. O yaşta bir kızın romantik coşkusu, ailemin ve henüz hayatta olan Cemal Nadir Güler'in onaylaması ile okulu bıraktım. Ama sonraları nedense bir daha Amerika lafı edilmedi. Dergide işim hep artmaktayken aldığım düşük ücretin aynı kalması sonucu yaptığım başvuruya "ayıp değil mi, senin yaşında parmak kadar bir çocuk para lafı edermi" demezler mi... Oysa parmak çocuk on yedi yaşına girmişti artık. Bu sömürü ve baskı bir kadın olduğum için miydi acaba? Çok sevdiğim Doğan Kardeş'ten yavaş yavaş soğuyup uzaklaşmaya başladım. Karikatürümüze yeni bir akım getirecek olan 50-ler gurubuna katıldığımda erkek meslektaşlarımın nazar boncuğu oldum. Aralarında Doğan Kardeş' te izleyicim olarak benden etkilenen genç karikatüristlerle de buluştum. Bir yandan karikatürümüze altın imzalar sunmaya hazırlanan 50-ler grubu ile toplu çalışmalara katılırken bir yandan da müzik dünyasına girdiğimde çizgide olduğu gibi ilgi ve övgü almakta idim. 1960 yılında yeni kurulan İstanbul Operası sahnesinde La Traviata operasının baş rolünü söylüyordum. 1963 sonunda eşimle yerleştiğimiz Almanya?da da müzik etkinliklerime devam ettim. Bir ara Doğan Kardeş'in ricaları ile iki yıl boyunca dergiye resimlerimi postaladım. Son Kara Kedi dizisini yolladığımda, benimle başlayan derginin benimle biteceğini bilmiyordum. Bu gün halâ yaşlı başlı bazı kişilerle tanıştığımda, "ah sen miydin o, kara kedilerin ablası?" derken o çizgileri unutmadıklarını belirtirler. Bugün Almanya'da yirmi yıl evvel başladığım şan pedagogu uğraşımı sürdürmekteyim ve karikatürden de kopmuş değilim. Türkiye'de benden sonra karikatürümüze ilginç çizgileriyle katılan yeni kadın çizerlerin sayısının gittikçe çoğalmasını uzaktan sevinçle izliyorum.
Hayır, ben başarının kadın veya erkek olmaya değil, ortaya konan işin iyi veya iyi olmamasına dayandığına inanıyor ve bir kadın olmaktan da mutluluk duyuyorum.
-Selma Emiroğlu Aykan