30 Kasım 2015 Pazartesi

Türk Siyasi Tarihinde Kadınların Yeri

İlk Kadın Muhtar: Gül Esin
1901 doğumlu Gül Esin, 26 Ekim 1933'te 2349 sayılı kanunla kadınların köy ihtiyar heyetlerine ve muhtarlığa seçme ve seçilme hakkını kazanmasının ardından yapılan muhtarlık seçimlerinde 500 oy alarak Aydın'ın Çine ilçesi, Karpuzlu Bucağı'nın muhtarlığına seçildi ve İlk Kadın Muhtar oldu.
Gül Esin, muhtar olmasının ardından kahvehanelerde kumar oynanmasını yasaklamış, kız kaçırma olaylarının önüne geçmiş ve resmi nikah işlemlerini düzene sokarak büyük başarı elde etmiştiş; Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından da bizzat ödüllendirilmiştir. 





İlk Kadın Belediye Başkanı: Sadiye Hanım
1930 yılında çıkarılan Belediye Yasasıyla Artvin'nin Yusufeli ilçesine bağlı Kılıçkaya Belediyesine başkan olmuştur.






İlk Kadın Bakan: Türkan Akyol

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olan 12 Ekim 1938 doğumlu, evli ve 2 çocuk annesi Türkan Akyol, 26 Mart 1971 - 13 Aralık 1971 tarihleri arasında 33. Hükümet'te Sağlık Bakanlığı yapmıştır. Daha sonra Tansu Çiller'in kurduğu DYP-SHP koalisyonu olan 50. Hükümet'te SHP millet vekili olarak, Devlet Bakanlığı görevlerinde de bulunmuştur.




İlk Kadın Vali: 
Lale Aytaman
1944 doğumlu, İstanbul Üniversitesi Alman dili ve Edebiyatı mezunudur. Akademisyen olarak görev aldıktan sonra 6 Temmuz 1991 tarihinde Muğla Valiliği görevine atanan ve 1995 yılına kadar bu görevi sürdürmüştür.




28 Kasım 2015 Cumartesi

Akademide Kadınların 100 Yıllık Bilinmeyen Tarihi


Türkiye'deki ilk Kürt kadın dilbilimcinin, ilk Ermeni kadın yazarın, ilk Rum kadın öğretmenin, ilk Yahudi kadın hekimin ya da ilk Müslüman kadın heykeltraşın ismini duymuş muydunuz? Bu sergiyle, kadınların anlatılmayan tarihini öğreneceksiniz.

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu ve İstanbul Kadın Müzesi Türkiye’de kadınların üniversiteye giriş hakkını elde etmelerinin 100. Yılını bir sergi ve sempozyumla kutluyor.
Meral Akkent’in küratörlüğünü, Prof. Dr. Serpil Çakır’ın danışmanlığını yaptığı “Kadınların Üniversitede 100 Yılı - İnas Darülfünunu / Kadın Üniversitesi  1914 – 1919” sergisi, tarih anlatılarında kendilerine yer bulamayan kadınlara ve akademik alandaki yüzyıllık mücadelelerine görünürlük kazandırıyor.
Akademide kadın tarihi konusunda önemli bir veritabanı oluşturan sergi, Osmanlı döneminde yayınlanan ve feminist dergilerin büyükannesi olarak nitelenen Kadınlar Dünyası dergisinin kadınların yükseköğrenim hakkı mücadelesindeki önemine dikkat çekiyor. 1914’te İstanbul’da açılan Kadın Üniversitesi, şimdiye kadar bu konuda yapılan tüm araştırmalardan farklı bir yaklaşımla ele alınıyor: Üniversitenin açılmasında rol oynayan erkekler değil, bu hakkı söke söke alan kadınlar, üniversitenin mezunları, akademide ilkleri gerçekleştiren kadınlar tanıtılıyor.
Üstelik bu ilkler, hep olduğu gibi “Müslüman ve Türk” kadınlar üzerinden değil, Türkiye halklarının çeşitliliği göz önünde bulundurularak anlatılıyor. İlk Ermeni, Rum, Yahudi, Kürt kadın üniversite mezunları, eğitimciler…

SERGİYİ GEZMEK İÇİN;

--  TIKLAYINIZ  --


12 Kasım 2015 Perşembe

Bilge Olgaç

Uluslararası bir kadın filmleri festivalinde ödül kazanan ilk kadın yönetmendir.


"Bir kadın ne yapabilir diye bakıyorlardı. Kuşkulu bir bakıştı."
-Bilge Olgaç


1962 yılında Memduh Ün'ün asistanlığıyla sinemaya başlayan Bilge Olgaç, üç yıl sonra yönetmen olarak ilk filmine imza attı. Çalıştığı filmlerde toplumsal sorunlara dikkat çeken Olgaç, Türk sinemasındaki az sayıda kadın yönetmenlerden olma özelliğini taşıyordu. Evinde bir kaza sonucu yaşamını yitirdi.
Hayatı ''Kameranın Ardındaki Kadın Bilge Olgaç'' adlı belgesele konu olmuştur. Bilge Olgaç, "Linç", "Kaşık Düşmanı", "İpekçe" ve "Gülüşan" gibi kadın sorunlarının işlendiği sinema filmlerine imza atmış bir kadın yönetmen. Olgaç anısına bir belgesel yapmak, kadın sorunlarındaki duyarlılığın ve farkındalığın arttığı bugünlerde büyük önem kazanıyor. ilge Olgaç, sinemasına erkek filmleri çeken bir kadın yönetmen olarak başlamıştır. O dönem Bilge Olgaç'ın mesleği ekmek parasıdır. O yüzden de sanatsal kaygılardan söz edilemez.Ancak 1970 de Bilge Olgaç, Kerim Korcan'ın eserinden uyarlayarak çektiği "Linç" ile adından söz ettirir.1974 Yılında yönettiği "Açlık" Atilla Dorsay'ın deyimiyle "Baştan sona hiç aksamayan, yalın bir sinema diliyle yapılmış, kadınca bir duyarlık" taşıyordu.1975 de ise en çok tartışılan filmi "Bir Gün Mutlaka"yı çeker. Filmin senaryosu Yılmaz Güney'e aittir ve Güney Film adına çekilmiştir.75 Sonrasında ise Seks Furyası diye anılan dönem başlamış, Bilge Olgaç, seks filmi çekemeyeceğine karar vermiştir. 1975-84 arasındaki dönemde Olgaç TV için reklam filmleri çeker.1984'te gerçekten yaşanmış bir trajediden yola çıkarak güldürü unsurlarının da yer aldığı "Kaşık Düşmanı"filmini çekerek sinemaya dönüş yapar. Film aynı yıl Antalya Film Festivalinde en iyi 3. film ve en iyi senaryo ödüllerini alır.Ayrıca bu film Fransa'da Creteil'de 7. Kadın Filmleri Festivalinde yarışarak Büyük Ödül'e layık görülür. Bilge Olgaç'ın bundan sonraki filmlerinin çizgisi de belirlenmiştir. "Gülüşan", "Gömlek", "Umut Hep Vardı" gibi filmlerde kadın sorunlarına değinilir. Çoğunlukla büyük kentin dışında kasaba ve köylerdeki yaşam sinemasında yer alır.Bilge Olgaç, Yeşilçam geleneğine bağlı bir sinema yapmıştır.


Sanatçının filmogrofisi






24 Ekim 2015 Cumartesi

Sonbahara yakışacak 5 yeni şarkı.

Hüsnü Arkan - Kırık Hava

Hüsnü Arkan - Uzak Ufukların Yolcusu



Ceylan Ertem - Kavaklar


Tunay Bozyiğit - Şahrud & Seyduna - Yasnura



Kaan Tangöze - Bekle Dedi Gitti


Sabiha Bengütaş

Türk ressam ve heykeltıraş. Türkiye'nin ilk kadın heykeltıraşı olarak bilinir.

Sanatçının düzenlenmiş internet adresi http://www.sabihabengutas.com

Sanayi-i Nefise Mektebi Heykel Bölümü'nün ilk kız öğrencisidir.
Sanayi-i Nefise Mektebi Heykel Bölümü'nün ilk kız öğrencisidir. 904 yılında İstanbul'da doğan Sabiha Hanım ilköğrenimi Eyüp Sultan Reşadiye Numune Mektebi'nde (bugünkü Eyüp Anadolu Lisesi) tamamladı. Babası Ziya Bey'in Şam'da görevlendirilmesi üzerine ailesiyle birlikte oraya gitti. Eğitiminin dört yılını Şam'da sürdürdü. Bu arada bir yıl da Fransız Katolik Mektebi'ne devam etti. Daha sonra İstanbul'a dönen ailesiyle birlikte Büyükada'ya yerleşti. Sabiha Hanım burada Köprülü Fuat Paşa Okulu'ndan mezun oldu. Liseyi bitirmeden, 1920'de Sanayi-i Nefise Mekteb-i'nin (bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) resim bölümüne girdi, hocası İhsan Bey'di. Sanayi-i Nefise Mektebi'nin Resim bölümünde bir yıl okuduktan sonra bölüm değiştirerek, heykel bölümündeki 3 erkek öğrenci arasına ilk kız öğrenci olarak katıldı.
Sabiha Hanım Sanayi-i Nefise Mekteb-i öğrencileri arasında açılan sınavda birinci olarak Prix de Rome'u kazandı ve yurtdışına gitme hakkını kazandı. Roma Güzel Sanatlar Akademisi'nde Prof. Luppi atölyesinde öğrenim gördü. Daha sonra Taksim Meydanı'ndaki Cumhuriyet Anıtı'nı yapan ünlü İtalyan heykeltıraşı Pietro Canonica'nın asistanı oldu ve onunla birlikte İtalya'ya giderek 18 ay atölyesinde çalıştı. Türkiye'ye döndükten sonra 1933'te tekrar Avrupa'ya gitti. Eşiyle Belçika ve Rusya'da yaşadı.
1925'te Galatasaray sergilerine ilk kez katılan kadınlar arasındaydı. 31 Temmuz 1925 günü açılan sergide biri Ahmet Hâşim'in büstü olmak üzere üç eseri bulunuyordu. Aynı sergide Türkiye'nin ikinci kadın heykeltıraşı Melek Ahmet Hanım'da katıldı. Sabiha Bengütaş, ertesi yıl yapılan sergide, Hakkı Şinasi Paşa, Prof. Dr. Âkil Muhtar ve Ressam Hikmet Bey'lerin büstleriyle katıldı. 1938 yılında Atatürk ve İnönü için açılan heykel yarışmalarında birinci oldu. Bengütaş, bu heykellerin eskizlerini Türkiye'de hazırlayıp Roma'ya giderek orada tamamladı.
Eşi emekli olduktan sonra Ankara'ya yerleşen Sabiha Bengütaş, 1992 yılında vefat etti.
''1920'de Sanayi-i Nefise Mektebi'nin Resim Şubesi'ne girdim. Bir gün kendi kendime, antik bir büstü kopya ettim. Eseri gören Heykel Şubesi Hocam İhsan Bey, bunu benim yaptığıma inanamadı. Gerçeği öğrenince "sen, evin temelini yapmadan çatıya çıkmışsın" diyerek beni yüreklendirdi. Sanayi-i Nefise Mektebi'nin Resim Şubesi'nde bir yıl çalıştıktan sonra bölüm değiştirerek, Heykel Şubesi'ndeki 3 erkek öğrenci arasına ilk kız öğrenci olarak katıldım.
"Gördüğümü yapmaya taraftarım. Hem de en sade şekilde. Gördüğümü yaparken, tabiati kopya etmiyorum, şahsi görüşümü de ilave ediyorum. Tabiati harikulade severim. Daha çok peyzaj üzerinde duruyorum. Çünkü heykelde tabiati ifade etme imkanı yok. Bu itibarla tabiat hevesimi resimden alıyorum.
Mizaç itibarı ile ne klasik ne de modernim. Esasen üslûp mevzubahs olamaz. Aranılan şey, sanat kıymetlerinin mevcut olup olmamasıdır. (...) En modern tanınmış büyük sanatkârlar da uzun zamanlar klâsik çalışmış kimselerdir. "Mektep" teşkil edebilmiş ne kadar sanatkâr varsa, o kadar da nazariye vardır. Fakat hepsinde temel ve esas, duygu ve samimiyet değil midir ? Yukarıda da saydığım sebeplerden dolayı, çok tetkik etmek, fakat taklit etmemek taraftarıyım. Sanat, her şeyden evvel, şahsi olmalıdır. "
(Sabiha Bengütaş)

Eserleri


Heykeller:
  • Taksim Cumhuriyet anıtı (Heykeltraş Pietro Canonica ve heykeltraş Hadi Bara ile birlikte), İstanbul
  • Atatürk heykeli (Çankaya Köşkü'nün bahçesinde), Ankara
  • İnönü heykeli, Mudanya
Büstler:
  • Abdülhak Hamid
  • Ahmet Haşim
  • Namık ismail
  • Bedia Muvahhit
  • Prof. Dr. Akil Muhtar Özden
  • Hakkı Şinasi Paşa
  • Hikmet Bey
  • Ali Fuat Cebesoy
  • Mevhibe İnönü
  • Hasan Ali Yücel
  • Josef Páleniček
  • Aysel Öymen
  • Roy Kohler
  • Ali İhsan Kalmaz

22 Ekim 2015 Perşembe

Selma Emiroğlu Aykan

Bugün sizlerle tanıştırmak istediğim Hanım efendi Türkiye'nin ilk profesyonel kadın karikatüristidir. 


  • Doğum Tarihi: 1927
  • Doğum Yeri: İstanbul
  • Ölüm Tarihi: 04/10/2011
  • Ölüm Yeri: Tutzing, Almanya
  • Mezarı: Waldfriedhof Tutzing, Almanya
Çizim dünyasına ilk kez Amcabey dergisinde karikatür çizerek adım atmıştır.Bu derginin yayıncısı da olan ünlü çizer Cemal Nadir Güler'in yönlendirme ve önerileriyle 1945 yılından itibaren Doğan Kardeş dergisine önce kapak, ardından da Kara Kedi Çetesi başlıklı bir çizgiroman hazırlamaya başlamıştır. Aynı zamanda üç yaşından beri elinden düşürmediği kalemiyle karikatür çizen Emiroğlu, bu konudaki yeteneğinin dışında uzun yıllar istanbul Şehir Korosu'nda dramatik soprano olarak da çalışmış, radyoda konserlere çıkmıştır.
 1947 yılında 'Cin ile Can ve Mercan Balığının Serüvenleri', 1948'de 'Oya'nın Hikayesi', 1949'da çoğunu La Fontaine'in eserlerinden esinlendiği Tavşan Kardeşin Sofrası, Böceklerin Oyunu, Tırtılın Hikayesi ve Zenci ile Maymun başlıklı çizgiromanları hazırlamıştır. Eğitimini; Amerikan Kız Koleji (İzmir1940, İstanbul 1942) İstanbul Belediye Konservatuarı, Şan Bölümü, 1953 okullarında almıştır. 

Türkiye'nin ilk kadın karikatüristi sayılan Selma Emiroğlu-Aykan, özellikle Kara Kedi Çetesi çizgi romanıyla bir kuşağın büyük sempatisini kazanmıştı. Sorularımız çerçevesinde çizerlik geçmişini özetleyen bir yazı yazdı bizim için. 

Türkiye'miz çelişkilerle dolu garip bir tezatlar ülkesidir. Bir yanda kadınını hor gören, alıp satan, döven, aşağılayan kültürsüz, yanlış bir din baskısıyla ezen bir toplumun yanında, kendisine bütün demokratik olanaklarla ilim, sanat, teknik, iş sahalarında ve Millet Meclisinde bütün kapıları açan ileri görüşlü bir ülke. Bence bütün sorun nasıl bir çevrede doğmuş olmasına bağlı kişinin. Bu bakımdan ben çok şanslı kız çocuğu idim. Uyanık, ileri görüşlü, sevgi dolu ailem biz üç çocuğunu elinden gelen olanaklarla hayata hazırladı. Ağabeyim ve kardeşim mimar oldular, benim çizgi ve müziğe gösterdiğim tutku ve becerim, ailemin ve öğrencilik yıllarında da bütün öğretmenlerin ilgi ve desteğini buldu. Bence kız olmam özel bir avantajdı, özgürce gelişmeme yardımcı bile oldu. Günün birinde, 1940'ta, annem bazı çizgilerimi hayranı olduğu, devrin en sevilen karikatüristi Cemal Nadir Güler'e postaladı. Böylece on üç yaşımda iken bir dev sanatkârın karşısında buldum kendimi bir gün.
1943 yılında Cemal Nadir Güler ilk çizgilerimi, yeni çıkarmakta olduğu Amca Bey Mizah Dergisi'nde yayınladığında yolum belirlenmiş oldu. Fakat basın ve izleyicinin şaşkınlığı, şüphesi ile karşılandım. Dergiye gelen okuyucu mektuplarında hep bir soru yöneltiliyordu: Acaba şu Selma Emiroğlu imzası arkasında bir erkek çizer mi gizliydi??
Bazıları gözüme baka baka sordular: Doğru söyle küçük hanım, yoksa bunları evde ağabeyin mi çiziyor, yoksa hocan mı yardım ediyor?? Hayır, hiç kimse çizgilerime el sürmüyordu, özgürce çiziyordum. Ama gençlikte yolunu arayan her yeni çizer gibi ustasına benzemenin şart olmasına inanmış bir çizgi tutumu içersindeydim. Fakat bu çizgiye sadık kalmakla, kendimi aramak çabaları arasında bocalıyordum. Ama bana üstat diye seslenen, ikinci bir kızı gibi davranan, Cemal Nadir Güler çizgilerinin taklitçilerine içerlediği halde, benim kendi etkisi altında olmamdan gurur duyar gibiydi. Derginin sayfalarını hepsi erkek olan genç yeteneklere hep açık tutuyor, yardımcı oluyordu. Benim kadın olmama ayrı bir değer veriyor, özel bir koruyucu tavır takınıyordu. 1945 yılında Yapı ve Kredi Bankasının bir kültür organı olarak Doğan Kardeş Çocuk Dergisi yayınlanmaya başladığında, Cemal Nadir Güler'den dergiyi resimlemesi istendiğinde, "bu kız benden daha uygun size" diyerek dergiye beni önerdi. Dergi yöneticisi Vedat Nedim Tör idi. Kısa süre önce ilk sergim açılmış, kendisi benim için harika bir övgü yazmıştı. Kollarını açarak beni karşıladı. Önceleri aylık sonraları haftalık çıkan derginin ön ve arka kapaklarını resimlemeğe başladım. Konuları kendim seçiyor, gerekli yazılarını da ben hazırlıyordum. Burada yarattığım Kara Kedi Çetesi bütün çocukların sevgilisi oldu. Çizdiklerim basında devamlı övülüyor, çok seviliyordum ve izleyici önce beni, harika çocuk, sonraları, ilk Türk kadın karikatüristi olarak tanımladı. Doğan Kardeş'e, sonraları diğer gazete ve dergilere günlük olaylar, aile çocuk konuları, gericilik, sosyal politika üzerine çizerken yumuşak bir yoruma bağlı kalarak kendime has bir desen geliştirmekte idim.
1946 yılı sonlarında dramatik bir olay beni çok sarstı. Bir gün Cemal Nadir Güler usta beni evine çağırttı, hasta idi. Cumhuriyet gazetesine çizdiği Amca Bey dizisini bana mürekkepletti, bu her gün okuyucuya seslenen sevimli kahramanı idi. Birden bana üstat! dedi, sağlığım çok bozuk, bana bir hal olsa Amca Bey'de benimle bereber yok olacak. Senin çizgilerin bana çok yakın, Amca Bey üzerinde çalış, ilerde onu sen yaşatabilirsin. Ne dersin?? Şok geçirdim, bana gösterdiği güvenin onuru, ama büyük sorunluluğu altında ezilmiş, yol boyunca ağlayarak eve gittim. Anlatılmaz hislerle baskısı altında Amca Bey'i durmadan çiziyordum. Fakat olmuyordu. Bu çizgiler ne Cemal Nadir Güler ne de bendim. Bir gün kendisine "Efendim, affedin, Amca Bey'i siz yarattınız, onu ancak siz yaşatabilirsiniz" diye ağlamaya başladım. Beni anlayışla kucakladı ve çok yaşayacağına söz verdi. Ne yazık ki üstadımız bir yıl sonra Amca Bey'le birlikte bu dünyadan ayrıldı.
Bir yandan Üsküdar kız kolejinde öğrenimimi sürdürürken, öte yandan müziğe yönelip sesimi geliştirmeye çalışırken, derginin hemen hemen bütün resim işlerini bana yükleyen yöneticiler bana bir öneride bulundu: Okulu bırakıp kendimi bütünü ile dergiye verecektim. Karşılığında iki yıl içinde de Yapı Kredi Bankasının bir bursu ile Amerikaya Walt Disney Stüdyolarına gelişim için gönderilecek ve bir yandan da orada koleje devam edecektim. O yaşta bir kızın romantik coşkusu, ailemin ve henüz hayatta olan Cemal Nadir Güler'in onaylaması ile okulu bıraktım. Ama sonraları nedense bir daha Amerika lafı edilmedi. Dergide işim hep artmaktayken aldığım düşük ücretin aynı kalması sonucu yaptığım başvuruya "ayıp değil mi, senin yaşında parmak kadar bir çocuk para lafı edermi" demezler mi... Oysa parmak çocuk on yedi yaşına girmişti artık. Bu sömürü ve baskı bir kadın olduğum için miydi acaba? Çok sevdiğim Doğan Kardeş'ten yavaş yavaş soğuyup uzaklaşmaya başladım. Karikatürümüze yeni bir akım getirecek olan 50-ler gurubuna katıldığımda erkek meslektaşlarımın nazar boncuğu oldum. Aralarında Doğan Kardeş' te izleyicim olarak benden etkilenen genç karikatüristlerle de buluştum. Bir yandan karikatürümüze altın imzalar sunmaya hazırlanan 50-ler grubu ile toplu çalışmalara katılırken bir yandan da müzik dünyasına girdiğimde çizgide olduğu gibi ilgi ve övgü almakta idim. 1960 yılında yeni kurulan İstanbul Operası sahnesinde La Traviata operasının baş rolünü söylüyordum. 1963 sonunda eşimle yerleştiğimiz Almanya?da da müzik etkinliklerime devam ettim. Bir ara Doğan Kardeş'in ricaları ile iki yıl boyunca dergiye resimlerimi postaladım. Son Kara Kedi dizisini yolladığımda, benimle başlayan derginin benimle biteceğini bilmiyordum. Bu gün halâ yaşlı başlı bazı kişilerle tanıştığımda, "ah sen miydin o, kara kedilerin ablası?" derken o çizgileri unutmadıklarını belirtirler. Bugün Almanya'da yirmi yıl evvel başladığım şan pedagogu uğraşımı sürdürmekteyim ve karikatürden de kopmuş değilim. Türkiye'de benden sonra karikatürümüze ilginç çizgileriyle katılan yeni kadın çizerlerin sayısının gittikçe çoğalmasını uzaktan sevinçle izliyorum.
Hayır, ben başarının kadın veya erkek olmaya değil, ortaya konan işin iyi veya iyi olmamasına dayandığına inanıyor ve bir kadın olmaktan da mutluluk duyuyorum.
-Selma Emiroğlu Aykan



22 Eylül 2015 Salı

Ceylan Ertem -Ali

Benim için çok fazla anlamı olan bir sanatçıdır Ertem. Kendimi bildim bileli Ortaçgil dinler, Birsen Tezer gibi olmak istemişimdir. Her zaman büyük saygımın olduğu insanlardı. Sonra bir gün konsere Ceylan'da çıktı yanlarında ve hatta çok sevdiğim Jehan Barbur'da yanlarındaydı. Hayatımın en güzel performanslarından birini gerçekleştirdiler. Halbuki bu Ütopyalar Güzeldir her zaman dilime pelesenk olmuştur falan pekte oralı olmamışım anlaşılan o zamanlarda. Sonra Ceyla'la tanıştım ve o gün bu gündür zevkle dinliyorum. Ama yaptığı en iyi şarkının ALİ olduğunu düşünüyorum. Ceylan sevdiği işi yapıyor bundan eminim sanat anlayışı, özgürlük arayışı ve insan sevgisi üst düzey biri, iyiki varsın Ceylan. Şimdi hadi hep birlikte dinleyelim. 


31 Ağustos 2015 Pazartesi

Yaşar Nezihe (Bükülmez)

Yaşar Nezihe (Bükülmez); 1 Mayıs İşçi ve Emekçiler bayramı için ilk Türkçe şiiri yazan kadın şairdir.

Nezihe Bükülmez, sadece edebî kimliğiyle değil, hayat hikâyesi ile de yaşadığı dönem içerisinde ve sonrasında dikkatleri üzerine toplamıştır. Hayatındaki her tür hadiseyi bir halk çocuğunun samimiyetiyle şiirlerine taşırken döneminin sosyal hadiselerini aynı içtenlikle işlemek istediğinde zaman zaman yanlış anlaşılmıştır. Basılmış iki eseri, dergilerde yayımlanmış şiirleri ve basılmamış bir şiir defteriyle Yaşar Nezihe Bükülmez Türk edebiyatında sesini şiirleriyle duyurmaya çalışan farklı bir kadın edebiyatçıdır.
Hayatı boyunca unutamayacağı bir aşk yaşar. 1934 yılında tanışıp ölene kadar mektuplaşarak tüm şiir defterlerini teslim ettiği Taha Toros’a defalarca anlattığı bu aşk hikâyesinin kahramanı sokaklarında devriye gezen Hilmi Çavuş’tur. 
Yaşar Nezihe’nin babası Kadri Efendi, fakirliklerine çare olacağı düşüncesiyle kızını kendisinden yirmi yedi yaş büyük olan Atıf Zahir Efendi ile evlendirir. Yaşar Nezihe’nin babası Kadri Efendi, fakirliklerine çare olacağı düşüncesiyle kızını kendisinden yirmi yedi yaş büyük olan Atıf Zahir Efendi ile evlendirir. Bükülmez, ayrılıkla neticelenen ilk evliliğinin ardından Mühendis Fevzi Bey’le evlenir.  Asıl hayatını bağladığı ve darbesi ile yıkıldığı bu ikinci eş ile beş buçuk sene birlikte kalır. Bu evlilikten Sedat, Suat ve Vedât isimli üç oğlu olur.
 Fevzi Bey, hovardalık yönü ağır basan, iş icabı yaptığı seyahatlerde bu zaafını gerçekleştirme imkânı bulan biridir. Bir süre sonra âşık olduğu birinin peşine takılarak eşini ve çocuklarını yüzüstü bırakıp gider. Sedat ve Suat açlıktan ölürler. Eşinin yaptığı ihanet ve sorumsuzluğu Yaşar Nezihe affetmez.

“Ayrılığımızdan beş yıl sonra, Mühendis Fevzi Bey’den bir haber geldi. Ağır hasta imiş; beni evine çağırıyordu. Hiç titremeden gittim. Karyolasında son dakikalarını yaşıyordu. Benim elimden bir yudum su istedi. Arzusunu hemen yerine getirdim. Suyu içtikten sonra yaşlı gözlerle, ‘Beni affet Nezihe!’ dedi. Beynimde beş yıllık sürünmenin, onun yüzünden fidan gibi iki çocuğumu kaybetmenin tartışmasını yaptım. Çektiğim acılarla nasırlaşmış olan kalbimin son cevabını verdim.
 - Affedemem!
 Üç saniye sonra gözleri kapandı. Avucumun içindeki eli buz gibi soğudu; ölmüştü” 

Yusuf Niyazi ile 3. evliliğini yapar fakat bu evlilik sadece 50 gün sürer. 


“Evvelce nişanlı kaldığımız Yusuf Niyazi Bey, aradan 13 yıl geçtikten sonra, bana talip oldu! Yakamı bırakmadı. İlk iki evliliğimden yüreğim yanıktı. Ama üçüncü kez de olsa talihimi bir daha deneyim, dedim! Hay demez olaydım! Güya yuvamıza uğur getirir diye, nikâh günümüzü, ikinci meşrutiyetin dördüncü yıldönümüne rastlayan 10 Temmuz 1912’ye düşürmüştük. Niyazi’nin görev yeri olan Cide’ye gitmek üzere İstanbul’dan vapura bindik. Adam daha vapurda iken çapkınlığa başladı. Cide’ye vardığımızın on ikinci günü de evvelce boşadığı iki kadını eve getirdi. Gayet soğukkanlı bir dille ‘Hep birlikte otururuz!’ dedi. Nikâhlandığım 10 Temmuz günü ben onun onuncu karısıymışım da haberim yokmuş! Ancak elli gün dayanabildim. İstanbul’a dönüp mahkemeye başvurdum. Adam, boşamam boşamam, diye tutturdu. Zar zor boşanabildim. Üç evliliğimde, düş kırıklığına uğradım. Hiçbirinden ne birlikte olduğum günlerde ne de ayrıldıktan sonra on paralık yardım ya da nafaka ve tazminat gibi bir şey görmedim”

Çok kısa süren bu üçüncü evlilik, Yaşar Nezihe’nin yaptığı en sağlıklı evlilik gibi görünmektedir. Boşandıktan sonra kırk yılı aşkın bir süre mektuplaşırlar. Taha Toros’un arşivinde Yaşar Nezihe’ye ait zarfta bulunan mektupların büyük bir kısmı Yusuf Niyazi Erdem’e aittir. Son evliliğinin bitmesiyle şaire, hayat yolunda oğlu Vedat ile tek başına kalır.

Çoğul Şiirlerin Gölgesinde Tekil Bir Kadın:Yaşar Nezihe linkine tıklayarak Radikal 'in şair hakkındaki haberine ulaşabilirsiniz.











''1896 yılında 14 yaşındayken Ahmet Rasim'in çıkardığı 'Hanımlara Mahsus Malûmat' adlı kadın gazetesinde Leyla Feride imzasıyla yazılmış bir şiiri okudum, çok beğendim. Ben de öyle şiirler yazmak istedim. Ve şiir yazmaya böyle başladım.''-Yaşar Nezihe 







27 Ağustos 2015 Perşembe

Fahrelnisa Zeid

  1. Fahrelnisa Zeid;
    (1901 İstanbul - 1991 Amman); İslam ve Bizans Sanatını buluşturan ilk kadın ressamdır.

"Bir başyapıt oluşturabilmek için, önce tüm varlığınızı onun içine yerleştirmelisiniz."


Büyükada'da Şakir Paşa Konağı'nda dünyaya geldi.ilk evliligini yazar İzzet Melih Devrim ile, ikincisini de ürdün prensi Emir Zeid ile yapmistir. Portleri ve romantizme yönelik çalışmaları ile bilinen sanatçı Londra, Paris, Münih, Berlin gibi bir çok sanat merkezinde çalışmalarda bulunmuştur. Şirin Devrim ve kendisi gibi ressam olan Nejad Devrim'in annesidir. 

Bir gökkuşağı kadar rengârenk yaşayan, yalnız yaşamlarıyla değil, ürettikleri resimlerle de renkçiliklerini kabul ettiren Fahr el Nissa  ile Nejad, bir çok önemli esere imza atmışlardır. 


5 Eylül 1991'de hayatını kaybetti. Amman'da El Rağdan Sarayı Kraliyet Mezarlığı'na defnedildi.
Eserlerinin Bulunduğu Fuarlar;
İstanbul Modern
Rezan Has Müzesi, İstanbul



Aşağıdaki linkten ressama ait bir genel bakışa ulaşabiirsiniz;
'' Zeynep Yasa, Fahrelnissa Zeid'in çalışmalarını anlatıyor ''




"Ben kendim de her resim yaptığımda bütün canlılarla, yani varoluşun sessiz çeşitliliğinin toplamı olan evrenle bir çeşit yek vücut olma haline girdiğimi fark ederim. O zaman kendim olmaktan çıkar, kaya ve lav püskürten bir volkan gibi, o resimleri püskürten benlikten arınmış bir yaratma sürecinin parçası olurum..." Fahrünnissa Zeyd


Halet Çambel (Cumhuriyet Kızı)


Halet Çambel (27 Ağustos 1916, Berlin - 12 Ocak 2014, İstanbul), Türk arkeologtur

Hattuşaş'ın bulunduğu Boğazköy'de, stajyer olarak başladığı kazıları hayatı boyunca sürdüren Halet Çambel, bilim dünyası tarafından “Hitit hiyerogliflerinin çözüldüğü yer” olarak tanınan Karatepe-Arslantaş Höyüğü'nde, Türkiye’nin ilk açık hava müzesini kurmuştur. Karatepe kalıntılarının ortaya çıkarılmasına ve Hitit dilinin çözülmesine katkısı büyüktür. Türkiye’yi eskrim dalında temsil ederek Suat Fetgeri Aşeni ile birlikte “Olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcu” unvanını kazanmıştır. Akyaka evlerinin mimarı olmakla ünlü Nail Çakırhan'ın eşidir.


  • Ayrıca Halet Çambel, 67 yıl boyunca Höyük'te yaşamıştır. Başlarda 2 odalı bir kulübede yaşamış ve daha sonraları aynı yere 2 odalı bir ev yaparak araştırmalarını devam ettirmiştir. 


''Yaşamını Arkeolojiye ve Anadolu'ya Adamış Bir Bilim Kadını'' adlı bu çalışma ile Halet Çambel'i daha ayrıntılı bir şekilde tanıma fırsatı bulabilirsiniz. 
Cumhuriyet kızı ve ilk kadın arkeologlarımızdan Halet ÇAMBEL'in yaşam öyküsü ile günümüz gençlerine örnek olması gereken mücadele azmini anlatarak iki bin yedi yüz yıl öncesiyle günümüzü kaynaştırarak insanın serüvenini, duygularını, sevinçlerini, acılarını, aşklarını ve kalıcı olma çabalarını duru bir dille anlatmaktadır. Son derece ayrıntılı, titiz bir araştırma ve ön çalışmanın ürünü olan destan, yaşanan gelişmeleri ve olayları objektif ve yansız olarak yansıtmakta aynı zamanda yaşanmışlıkla düş gücünü harmanlayarak bizi zamanda yolculuğa çıkarmaktadır.

Halet Abla Destanı'nı oyunu ona olan saygımızın bir göstergesidir.




26 Ağustos 2015 Çarşamba

Umay Umay

''Beni hangi dalga sesine çağırdığını bir bak. Yağmurdan ıslanmış bir banka oturuyorum ve bu karın ağrısı denek. Karşımda sahile çarpıp geri dönen deniz; Paris, Berlin, Honkong, Ürdün, Yemen... Sular bir şeyler söylüyor, rüzgârsa onları kısa bir süreliğine oyalamaya çalışıyor. Arkandayım kapıcı çocukları, mavi ojeli orospular, bulucinli dilenciler, kaldırıma park etmiş otolar; BU AÇIK HAVA TİYATROSUNDA AYNI HÜZÜN KIRBACIYLA İRKİLİYORUM.'' -Orospu Kırmızı'dan alıntıdır.


Umay Gedikoğlu (Umay Umay) (d. 22 Mayıs 1966Trabzon), Türk yazar ve pop rock sanatçısı.
İlk müzik çalışmalarına 1990 yılında “Hush” grubundan Eray Artan ve Melih Rona ile bir araya gelerek “Leprechaun” grubuyla başlamıştır. Umay Gedikoğlu, kısa süren bu çalışmadan sonra asıl çıkışını tüm müzik ve sözlerini Barlas’ın (Barlas Erinç) yazdığı pop rock tarzındaki "Umay Umay" albümüyle yapmıştır.
Umay Umay’ın müzik çalışmalarının yanı sıra beş adet de kitabı bulunmaktadır. Kitaplarını eşcinsellere adamıştır. Kürtleri, eşcinselleri, devrimcileri ve Mardin'i anlatmıştır. Bir dönem Birgün Pazar'da köşe yazarlığı da yapmıştır. Kazım Koyuncu'nun Gyuli Çkimi şarkısının üzerine Kalbim Acıdı adlı şarkısını söylemiştir. Kendi albümlerinin dışında, Kent Ozanları adlı karma albümde de Şeker Anne şarkısıyla yer almıştır.

  • son dönemde Cem Adrian ile seslendirdikleri parçalara aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

Umay Umay & Cem Adrian - Anlat Onlara
Umay Umay & Cem Adrian - Bir Şarkı Tut
Umay Umay & Cem Adrian - Kalbimdeki Yara
Umay Umay & Cem Adrian - YaNNızlık
Umay Umay & Cem Adrian - Yardım Et

  • Ayrıca Kazım Koyuncu ile derin bir dostluğu bulunan Umay, Kazım Abimizin arkasından şöyle demiştir;

Güneşe çıkardım kalbini, Kazım.
Yine de seni hayatta tutmayı başaramadım.